29 Kasım 2009

Dümenin başındayım


Anladım ki hep dümende olmak lazım bu yolculukta...
Hayatı akışına bırakmak diye birşey yokmuş.
Akışı yönlendirerek, akışın içinde olmak varmış.
Dümenin başındayım, nereye gideceğimi biliyorum.

Canım acıyor, hem de çok. Ama nedense eskisinden çok daha güçlü hissediyorum.
Layık olanla olmayanı ayırt edebiliyorum. Bundan sonra doğru seçimleri yapacağımı da biliyorum.

Dümenin başındayım.
Bazen eğlence için, bazen merakımı yenmek için aradaki ufak yollara sapıp, bazen kocaman engin sularda yol alarak...ama hep dümenin başında.

Offffffffff


Koccammannn bir offfffffffffff çekmek isterken,
damarıma bastı Yeni Rakı'nın reklamı....
Adeta kadife sesiyle insanın içine işliyor...

Dinlemek için tıklayın.

Zero Limit ile Ho'oponopono Yöntemi


En az üç dört kitapçı gezdim kitabı bulabilmek için.
Tüm kitapçılarda tükenmiş.
Demek ki ne harika bir kitap ki bu kadar hızla tükenmiş dedim kendi kendime.
Siparişini verdim ve nihayet 3 gün içinde elimdeydi kitap.

Okumaya başladığımda hayal kırıklığı yaşadım.
Çok sığ geldi ama önemli noktalara parmak basıyordu.
Bu nedenle onca uğraşla bulabildiğim, okumak için kendimi zorladığım "Zero Limit"i sonuna kadar bitirdim ve bir an geldi "evet, sığ ama düşündükçe derinleşen bir kitap" dedim.

Hawai Ho'oponopono Yöntemi'ni de bu kitap ile keşfettim.

Ho'oponopono yolumuza çıkan zihinsel engelleri ortadan kaldıran bir kişisel gelişim yöntemi.
Bu yöntem ile insan zihnini özgür kılabiliyor.

Özü; hayatımız ile ilgili mutlak sorumluluk almak ile ilgili. Yani; hayatta karşılaştığımız iyi ve kötü herşeyin sorumlusu biziz. Sorumluluğu ise arınma takip ediyor.


Şu 4 kilit cümle mucizeler yaratıyor :)
"Seni seviyorum", 
"Özür dilerim", 
"Lütfen beni affet", 
"Teşekkür ederim"

Böylece olumsuzlukların enerjisi ortadan kalkıyor.

Dr. Ihaleakala Hew Len bu konu ile ilgili söyle diyor; "Tanrı'nın bunu duymaya ihtiyacı var diye ona "Lütfen beni affet" demezsiniz; bunu söylersiniz çünkü sizin bunu duymaya ihtiyacınız vardır."

SIFIR SINIR'IN TEMEL İLKELERİ: (Kitaptan alıntıdır)

1. Neler olduğuna dair hiçbir fikriniz yok.
Tam şu anda kendi gerçeğinizi yaratmaktasıznız ama bu olay bilinçli bilginiz ya da kontrolüünüz dışında bilinçsizce olmaktadır. Bu nedenle istediğiniz kadar olumlu düşünün gene de yaralanırsınız. Yaratıcı olan bilinçli zihniniz değildir.

2. Herşeyi kontrolünüz altında tutamazsınız.
Seçim sizin elinizde ama kontrol değil. Ne deneyimlemeyi tercih edeceğinize karar vermek için bilinçli zihninizi kullanabilirsiniz ama onu ifade edip edemeyeceğinizi ya da nasıl/ne zaman yapacağınızı kendi haline bırakmalısıznız. Teslimiyet anahtardır.

3. Yolunuza her ne çıkarsa onu iyileştirebilirsiniz.
Yaşamıınzda önünüze çıkan her şey, oraya asıl geldiğine bakmaksızın, iyileştirmek içindir çünkü şu anda sizin radarınızdadır. Onun neden hayatınızda olduğuna ya da oraya nasıl geldiğine dair hiçbir fikriniz olmayabilir, ama artık farkında olduğunuza göre, onu serbest bırakabilirsiniz. Karşışaştırğınız şeyleri ne kadar iyileştirirseniz, tercihlerinizi ifade etmekte o kadar net olursunuz zira başka şeyler kullanmak için gereken enerjiyi serbest bırakmış olursunuz.

4. Tüm deneyimlerinizden %100 sorumlusunuz.
Hayatınızda başınıza gelenler sizin suçunuz değildir ama sizin sorumluluğunuzdur.
Şu anki gerçeğiniz için hiç kimseyi ya da hiçbir şeyi suçlayamazsınız. Tüm yapabileceğiniz onun sorumluluğunu almak, yani onu kabul etmek, ona sahip çıkmak ve onu sevmektir. Karşılaştığınız şeyleri ne kadar çok iyileştirirseniz kaynak ile o kadar uyumlu olursunuz.

5. Sıfır limite biletiniz "seni seviyorum" cümlesini söylemektir. 
Bu cümleyi Tanrı'ya söylemek içinizdeki her şeyi temizler ve böylece şu anın mucizesini yaşayabilirsiniz: sıfır limiti.
Sevgi sıkışıp kalmış olan enerjiyi değiştirir ve serbest bırakır.

6. İlham niyetten daha önemlidir.
Niyet zihnin oyuncağıdır; esinlenme Tanrı'dan bir bildirimdir. Bir an gelir, yalvarmak ve beklemek yerine teslim eder ve dinlemeye başlarsınız.
Niyet egonun sınırlı görüşünü temel alarak hayatı kontrol etmeye çalışmaktır; esinlenme ise Tanrı'dan gelen mesajı almak ve buna göre hareket etmektir. Niyetler işe yarar ve sonuç verir; esinlenme ise işe şarar ve mucize getirir.

Bizim Gizli Bahçemizden...

Kitabın ilk satırlarında gözlerim doldu...
İlk sayfada burnumu çekmeye başladım...
İkinci sayfa biterken gözlerimden yaşlar süzülüyordu...


Hayatım boyunca film izlerken  duygulanıp ağladığım çok olmuştur ama ilk defa bir kitabı okurken ağladım...

Hikaye, Nermin Bezmen'in kaybettiği kocası Pamir Bezmen ile tanışmalarını ve ölümünün son gününe kadar süren otuzdört yıllık aşklarını anlatıyor. Kimilerine göre bir aşk hikayesi, kimilerine göre bir aldatma hikayesi ama kesinlikle çok büyük bir duygu yoğunluğunun ifadesi...

Neydi beni bu kadar etkileyen bilmiyorum. Kendimden bir parça bulduğumdan değil... ama hikayeden çok yazarken duygularının yoğunluğun ve bu yoğunluğu kaleme alışıydı beni etkileyen. Kitabı okurken "ne aşkmış", "işte böyle olmalı, böyle hissetmeli insan" dediğim çok oldu.

Mümkün olduğunca yavaş okumaya çalıştım.
Sayfalar ilerledikçe  durmasını istedim..
Ama o kadar akıcıydı ki, yine de iki günde bitiriverdim :)

15 Kasım 2009

Aşkın 500 Günü (500 Days of Summer)














Genç adam "Yaz" adında bir gençkıza aşık olur.
Kız ise sadece o anı yaşayan biridir.

"Yaz" adamın evlilik teklifini kabul etmez ve daha sonra bir başkası ile evlenir.
Adam ise günlerce üzüldükten sonra yeni biri ile karşılaşır.
Yeni tanıştığı bayanın adını sorar. Yanıt "Sonbahar"dır.

Bir kereeeee;

Her bir kişi ile ayrı bir mevsim yaşanmaz!
Tek aşk vardır, onda da dört mevsim vardır.
Sonunda ise ilkbahar ve yaz hep vardır.
Başarabilen sonbaharda gökkuşağını, kışın da kış güneşini görebilir tabii. :)

----------------------------------------------------------
Film hakkında:
Yönetmen: Marc Webb
Oyuncular: Zooey Deschanel, Joseph Gordon-Levitt, Chloe Moretz, Matthew Gray Gubler, Particia Belcher
Türü: Romantik Komedi
-----------------------------------------------------------

2012

Afişlerini ilk gördüğüm anda "kesin gitmeliyim", "hayatımın filmlerinden biri olacak" diye düşündüm.

Sonuç: tam bir hayal kırıklığı..

Onca şey yazılıp, çiziliyor 2012 için..
Filmde de pek çoğu muhteşem efektlerle anlatılıyor; volkan patlamaları, tsunamiler, depremler...vs.

Görsel efektler müthiş ancak senaryo çok zayıf.



Kurguyu sadece dünyanın yok olacağı üzerine kurarak, senarist buz dağının sadece görünen kısmını yansıtmış.

Oysa 2012 bir film için harika bir konsept!
2012 aynı zamanda bir aydınlanma çağı.
Yepyeni bir çağın başlangıcı.
Bu konuya çok girmeyeceğim, çünkü başlı başına ayrı bir yazı konusu.


İnsanlığa ilham olacak müthiş bir film beklerken, çok yüzeysel ve olaylara çok materyalist bir yönden bakan bir film izledim.



Filmi tavsiye ediyor muyum? Etmiyorum.

Ama siz yine de gidin. İçinizde kalmasın :)

---------------------------------------------------------
Film hakkında:
Yönetmen: Roland Emmerich
Oyuncular: John Cusack, Thandie Newton, Woody Harrelson, Amanda Peet, Morgan Lilly, Danny Glover
Tür: Dram, Aksiyon, Bilimkurgu
-------------------------------------------------------

01 Kasım 2009

Caveman Türkiye'de!

Gülmekten kırılacağız diye gittik; kırılmakla kalmadık, çatladık, patladık, karnımız yarıldı :)

Amerikalı yazar Rob Becker tarafından yazılmış tek kişilik yabancı bir oyun. Türk insanına göre çok güzel uyarlanmış.
Tek kişilik gösterinin kahramanı ise Alper Kul son derece başarılı.

Gösteride karısı tarafından evinden atılmış bir erkek olan Kamil'in dünyasından kadın erkek ilişkileri ele alınıyor.

Günümüzde kadın erkek arasındaki farklılıkların aslında ilk insanlara, taş devrine uzandığını çok esprili bir şekilde anlatıyor.

İşte gösteride ele alınan bu farklılıklardan bir kaçı.

Erkekler avcı ruha, kadınlar ise toplayıcı ruha sahip


Erkekler hedefe odaklanıp, tek bir işe konsantre olabiliyorlar. Örneğin; tv izliyorlar.

Halbuki kadınlar aynı anda hem tv izlemek, hem ütü yapmak hem de sohbet etmek gibi pek çok işi yapabiliyorlar. Durum böyle olunca sonrası malum. Kadının sohbeti, tv izlerken adama dır dır gibi algılıyor. Kadın ise dinlenmediğinden şikayet edebiliyor.


Kadınlar kominite halinde yapıyorlar her işi. Tuvalete gitmeyi bile. Oyunda belirtildiği gibi "Hep birlikte" :))
Erkekler ise daha bireyseller ve grup halinde olduklarında farkında olmadan içlerinde gizli bir güç yarışı oluyor ve galip olanın sözü dinleniyor farkında olmadan.


Erkekler avcı; hedefe yönelik. Örneğin; alışverişte birşey alacaksa, almayı planladığını alıp, dönüyor.
Kadınlar ise toplayıcı oldukları için bu toplama işi alışverişte de devam ediyor :) Keyif alıyorlar bu süreçten.

Sonuçta farklı yaratılmışız ama bu duygusuz oldukları anlamına gelmiyor tabii.

İzlerken çevremden o kadar çok örnek gördüm ki. Aslında hayatın içinden örnekler ama çok esprili bir şekilde anlatılmış.
İzlemenizi tavsiye ederim.

Detaylı bilgi için; www.magaraadami.net

Bienal'den seçtiklerim

Bienal'e gidebildim sonunda. Eski senelere göre daha anlaşılır. Ancak yine de sanatsal kaygılardan uzak, daha anlaşılır işlerin sergilendiği bir bienal olmasını dilerdim.
Pek çok eserde farklı kutupları yansıtan görüşlere yerverilse de eserler malesef yine politik içerikler taşıyor.

Gelelim bienalden aklımda kadan, beğendiğim eserlere;

* ŞİKAYET ETME (DON'T COMPLAIN)
Hüseyin Bahri Alptekin













Mekana girer girmez duvarda bu mesaj karşılıyor sizi ve çıkışta da aynı mesaj ile uğurlanıyorsunuz.
Neon bir tabelada yazılı sade bir mesaj. Bienal'in bu seneki ana teması olan "İnsan Neyle Yaşar?"ın önemli bir parçası.
Sanatçının dediği gibi birine şikayet etmemesini söylemek de "özünde bir tür şikayettir aynı zamanda".
Mesaj pek çok yoruma açık.

* KAĞITTAN KADIN
Sanja Ivekovic



Bienalin en sade eserlerinden biri. Nedendir bilmem ama beni en çok etkileyen eserlerden  biri de "Kağıttan Kadın" oldu.

Fotoğrafta gördüğünüz üzere genç bayanın önünde renkten renge giren bir kurbağa var. Gençkızın ilgisini çekebilmek için renkten renge giriyor. Mavi, kahverengi, mor...vs. Kız ise hep aynı şekilde duruyor. Ne ileri, ne geri. Kurbağa ise en sonunda pes ediyor ve orjinal rengi olan yeşile dönüyor.

Halbuki kız kurbağaya doğru birazcık eğilse, çok şey değişecek. Kurbağa belki de prense dönüşecek.
Çizimlerin "Şikayet Etme" tabelasının altına konulması ise tesadüf olmasa gerek.

* ÇEŞME
Canan Şenol



Sanatçının doğum sonrasında gerçekleştirdiği bir çalışma. Adeta "İnsan Neyle Yaşar?"a yanıt veriyor.
Yaşamın kaynağı olarak kadın bedenini gösteriyor. İzlerken damlayan şıp şıp damlayan süt sesini duyuyorsunuz.
İşte tabiatın çeşmesi :) Çok verimli. Bereket dolu :)

* ŞEHİR SESİ
Nevin Aladağ


Farketmiyoruz belki ama içinde yaşadığımız şehrin de bir sesi varmış.
Sanatçı arabada hızla giderken rüzgar gücü ile çalan müzik aleti, dalgaların gücü ile hareket eden tefin sesi, udun üzerindeki yemi her aldığında gagasının uda değmesi ile çıkan ses..vb. sesler ile çok güzel ifade etmiş bunu.

* EV İŞÇİLERİ (HOMEWORKERS)
Margaret Harrison


Evde çalışan, sendikal hakları bulunmayan ev hanımları ile ilgili bir çalışma. Ev işçileriyle ilgili vaka incelemelerini, işçi hareketiyle ilgili gazete kupürlerini, bulaşık eldiveni..vb. parçalar ustaca yerleştirilmiş.

* "İŞSİZ İŞÇİLER! - SANA YENİ BİR İŞ BULDUM"
Aydan Murtezaoğlu ve Bülent Şangar


Günümüzdeki diplomalı gizli işsizleri konu alan bir eser.

Bienalde yürürken elinde parfüm şişesi olan önlüklü bir bayan geliyor ve elindeki parfüm şişesini göstererek "Denemek ister misiniz?" diye soruyor. Sizi çalışmanın olduğu alana yönlendiriyor ve bu kez de t-shirt katlayıcılar ile karşılaşıyorsunuz. Duvarlarda ise iş kuyruğunda bekleyen işsizler ordusunun resmi yeralıyor.

Projenin performatif sunumunu yapan parfüm sıkıcı, t-shirt katlayıcı olarak çalışan gençler ise gerçekten birer gazete ilanı verilerek bulunmuş.
Üniversite mezunu, yabancı dil bilen, bilgisayar kullanabilen ancak tıpkı bu projede de olduğu gibi vasıflarının altındaki işlerde çalışmakta olan gençler aracılığı ile ülkemizdeki gizli işsizliğe dikkat çekiyor.

* KİMSE GÖRMEK İSTEMEZ
Mladen Stilinovic


Tek kelime ile "muhteşem".
Çevremdekiler ile konuştuğumda pek çok kişinin bu eseri farketmeden önünden geçtiğini öğrendim ne yazık ki... Aslında ben de farketmeden öylece önünden geçiyordum ki, birden yaklaştığımda farkettim.
Bence bienalin en akılda kalıcı eseriydi.
Koridorda ilerlerken sağınızda ve solunuzda bulunan duvarlarda bembeyaz boş posterler asılı. Üzerleri bomboş. Daha doğrusu uzaktan bakıldığında öyle olduğunu sanıyorsunuz. Biraz yaklaşıldığında sağ duvardaki posterlerin tam ortasında rakamla bir adet "3" yazılı olduğu görülüyor. Farketmek için çok yakınına gitmek gerekiyor.
Soldaki duvarlarda asılı posterlere yaklaştığınızda ise posterlerin komple "3" rakamı ile dolu olduğunu görüyorsunuz.
Duvarda yine yakınına gittiğinizde farkedebileceğiniz kurşunkalemle yazılı şu cümle dikkat çekiyor;

"Kimse görmek istemez;
Dünyanın en zengin 3 adamı, dünyanın en yoksul altı yüz milyon insanının sahip olduğu kadarına sahip."

Muhteşem, değil mi? ama bitmedi. Biraz ilerlediğinizde karşılaştığınız ustaca yerleştirilen bir başka çalışma ise adeta bu çalışmayı tamamlıyor. Hangisi mi? İşte o çalışma.

* EKMEK DİLİMİ
Hans Peter Feldmann
Bienalde ilerlerken gözümüze kuru bir ekmek ilişiyor.

Bildiğimiz sabah kahvaltısında yediğimiz ekmek.

Kardeşim şöyle bir yorum yapıyor;
- Hahaha, bu eserlerden ablam her sabah kahvaltıda yapıyor :)))

Hep birlikte gülüyoruz ama bu eser bienalde son noktayı koyuyor.
Yukarıda bahsettiğim yeryüzündeki en zengin üç kişi her gün ekmeğin içini, en yoksul altı yüz milyon kişi ise dışını diyor.

Geldiğimiz kapıdan "Şikayet Etme" yazısına bakarak, ayrılıyoruz bienalden.